yüklü

listen to the pronunciation of yüklü
التركية - الإنجليزية
loaded

The vessel was loaded with coal, lumber, and so on. - Gemi kömür, kereste, ve benzeri şeylerle yüklüydü.

Tom checked to make sure his gun was loaded. - Tom silahının yüklü olduğundan emin olmak için kontrol etti.

fraught
slang rich, loaded
(someone) who's been given a lot of work to do; (someone) who has a lot of work to do
pregnant
slang drunk, loaded, tanked
laden
charged

The police charged him with leaking information to a neighboring country. - komşu ülke için bilgi sızıntılarıyla yüklüdür,polis.

loaded, laden; charged; pregnant" " gebe, hamile; rich, loaded ; blind drunk
full, demanding (schedule of activities)
loaded; freighted; loaded or freighted with: kömür yüklü bir kamyon a truck loaded with coal
(Askeri) load

This camera is not loaded with film. - Bu kamera, film yüklü değil.

They are loading oil into the ship. - Onlar gemiye petrol yüklüyorlar.

blind drunk
(Bilgisayar) installed
rich
live
big with
fat
on load
laded
yük
(Hukuk) burden

I don't want to burden you with my troubles. - Size sorunlarımı yüklemek istemiyorum

The trainee could hardly bear the burden of the task. - Stajyer, görevin yüküne dayanamadı.

yük
charge

The police charged him with leaking information to a neighboring country. - komşu ülke için bilgi sızıntılarıyla yüklüdür,polis.

A captain is in charge of his ship and its crew. - Bir kaptan, gemisinden ve ekibinden yükümlüdür.

yük
load

He had to carry many loads from the house to station. - O, evden istasyona çok fazla yük taşımak zorunda kaldı.

He keeps this gun loaded. - O, bu silahı yüklü bulundurur.

yüklü bir para
(Konuşma Dili) a lot of money, a big sum of money
yüklü empedans
loaded impedance
yüklü olmak (dert/keder)
be weighed down
yüklü olmak (dert/keder)
be weighed by
yüklü parçacık
charged particle
yüklü su kesimi
load waterline
yük
freight

After some freight cars were derailed, services were suspended on the Chuo Line. - Bazı yük vagonları raydan çıktıktan sonra, hizmetler Chuo Hattı üzerinde askıya alındı.

The freight on the ship got soaked. - Gemideki yük sırılsıklam oldu.

yük
burdensome or difficult task, obligation, or responsibility; burden; encumbrance; incubus
yük
cargo

A cargo vessel, bound for Athens, sank in the Mediterranean without a trace. - Atina'ya giden bir yük gemisi, bir iz bırakmadan Akdeniz'de battı.

yük
{i} onus
yük
{i} incident
yük
goods

They attract customers by offering high-quality goods. - Onlar yüksek kalitede ürünler sunarak müşteri çekerler.

Their goods are of the highest quality. - Onların malları en yüksek kalitedir.

pozitif yüklü elektron
(Tıp) positron
yük
responsibility

I can't burden Tom with that responsibility. - Ben bu sorumluluğu Tom'a yükleyemem.

yük
incumbrance
yük
draft
yük
(İnşaat) force
yük
(Ticaret) cargo load
yük
(Ticaret) parcel
yük
(Bilgisayar) vol

Tom thought the music was too loud, but he was too tired to get up and turn the volume down. - Tom müziğin çok yüksek olduğunu düşünüyordu fakat kalkıp kısamayacak kadar yorgundu.

The surface of the earth rose due to the volcanic activity. - Dünya yüzeyi volkanik aktivite nedeniyle yükseldi.

yük
drain
yük
(Telekom) payload
yük
(Pisikoloji, Ruhbilim) cathexis
yük
load variation
yük
(Askeri) head

The loud drill gave her husband a headache. - Yüksek sesli matkap, kocasına baş ağrısı verdi.

yük
(Askeri) fright

She's frightened by loud noises. - O, yüksek seslerden korkuyor.

yük
pack

He fastened the horse's pack with a rope. - O, atın yükünü iple bağladı.

yük
(Bilgisayar) height

The two mountains are of equal height. - İki dağ eşit yüksekliktedir.

What's the height of the Empire State Building? - Empire State Building'in yüksekliği nedir?

yük
weight

The box fell apart due to the weight of the load. - Kutu yükün ağırlığı nedeniyle düştü.

Her weight increased to 50 kilograms. - Onun ağırlığı 50 kilograma yükseldi.

yük
{i} charging

The store where we used to buy those started charging outrageous prices, so we had to find another store. - Onları satın aldığımız mağaza, aşırı yüksek fiyat koymaya başladı, o yüzden başka bir mağaza bulmak zorunda kaldık.

yük
impedimenta
yük
encumbrance

Since the temperature has warmed, my coat has become an encumbrance. - Sıcaklık arttığından beri, ceketim bir yük oldu.

yük
freightage
yük
carload
buz yüklü
iceladen
yük
load with
artı yüklü
positively charged
artı yüklü uç
positive pole
artı yüklü uç
positive electrode
aşırı yüklü
top heavy
aşırı yüklü
overladen
dağarcıkı yüklü
(someone) who knows a lot, who is very knowledgeable
duygu yüklü yazılar yazan gazeteci
sob sister
eklenti yüklü
(Bilgisayar) add-in loaded
eksenel yüklü dikme
axially loaded strut
eksenel yüklü kolon
axially loaded column
elektrik yüklü
alive
elektrik yüklü tel
live wire
konteyner yüklü kargo
(Askeri) container-load cargo
ortam yüklü
(Bilgisayar) media loaded
pozitif yüklü
(Elektrik, Elektronik) positively charged
sunucu fazla yüklü
(Bilgisayar) server too busy
yük
fardel
yük
load; burden; cargo, freight, goods; the onus, responsibility; charge
yük
shipment
yük
stowage
yük
sumpter
yük
cargo; freight; lading
yük
bulk
yük
strain

Air traffic controllers are under severe mental strain. - Hava trafik kontrolörleri ağır zihinsel yük altındadırlar.

Tom's expensive tastes put a strain on the family's finances. - Tom'un pahalı zevkleri ailenin mali durumuna bir yük oluyordu.

yük
plummet
yük
pile
yük
lading
yük
load; burden
yük
tax

He said Bill Clinton would raise taxes. - Bill Clinton'un vergileri yükselteceğini söyledi.

Import goods are subject to high taxes. - İthalat malları yüksek vergilere tabidir.

yük
imposition
yük
large cupboard (where bedding is stored during the day)
yük
haul
yük
electric charge, charge
yük
loading

They are loading oil into the ship. - Onlar gemiye petrol yüklüyorlar.

Tom is loading the car. - Tom arabayı yüklüyor.

yük
shipload
yük
impost
yük
accoutrements
yük
tote
yük
out

Tom laughed out loud. - Tom yüksek sesle güldü.

Tom nearly laughed out loud. - Tom neredeyse yüksek sesle kahkaha atacaktı.

yük
accouterments
التركية - التركية
Yükü olan
Gebe. Çok sarhoş
Bir duyguyu veya olguyu içinde veya üzerinde fazlaca bulunduran
Paralı, varlıklı
Çok çalışmayı gerektiren, çetin, güç, uygun
Yapılacak işi çok olan
Gebe, hamile
Bir duyguyu veya olguyu içinde veya üzerinde fazlaca bulunduran: "Romanları, denemeleri hep kültürle yüklü, çok yanlı, zengindi."- H. Taner
Çok fazla, pek çok
Yapılacak işi çok olan. Çok çalışmayı gerektiren, çetin, güç, uygun. Çok fazla, pek çok: "Vurgun, yüklü olursa firar kolaylıkları hazırlanmıştır."- Ö. Seyfettin
Çok sarhoş
Yük
(Osmanlı Dönemi) HAML
Yük
himl
Yük
(Osmanlı Dönemi) ZİFR
Yük
hamule
Yük
bar
yük
Araba, hayvan vb.nin taşıyabildiği miktar
yük
Yüz bin kuruşluk mal veya tutar
yük
Eşya
yük
Araba, hayvan vb.nin taşıdığı şeylerin hepsi
yük
Tedirginlik veren şey, engel
yük
Yüklük: "Haydi şu yüke giriver!.."- S. F. Abasıyanık
yük
Yüz bin kuruşluk mal veya tutar: "Mademki öyledir, bir yük getirip satan herkes iki akçe versin."- T. Buğra
yük
Araba, hayvan vb.nin taşıdığı şeylerin hepsi: "Çölde yük götüren vasıta develer, insan taşıyan vasıta hecinlerdir."- F. R. Atay
yük
Yüklük
yük
Doğacak bebek, cenin
yük
Bir cismin yüzeyinde biriken elektrik miktarı, şarj
yük
Birinin üzerine almak zorunda kaldığı ağır görev
yük
(Osmanlı Dönemi) bûr
yüklü
المفضلات