uçarak

listen to the pronunciation of uçarak
التركية - الإنجليزية
soaring
Present participle of soar. Mounting on the wing; rising aloft; towering in thought or mind
The act of mounting on the wing, or of towering in thought or mind; intellectual flight
assurgent, ascending
adj. or gliding Sport of flying a glider or sailplane. The craft is towed behind a powered airplane to an altitude of about 2,000 ft (600 m) and then released. The glider pilot makes use of rising currents of warm air, such as those above a sunlit field, to maintain or gain altitude. Instruments used include the altimeter, airspeed indicator, compass, and turn-and-bank indicator. National soaring contests, which include events for altitude, speed, distance, and accuracy in returning to a starting point, are held annually
from Soar
moving to great heights with little apparent effort; "a soaring eagle"
of imposing height; especially standing out above others; "an eminent peak"; "lofty mountains"; "the soaring spires of the cathedral"; "towering iceburgs"
ascending to a level markedly higher than the usual; "soaring prices" moving to great heights with little apparent effort; "a soaring eagle
{s} flying at a great height, gliding; flying upward, ascending, rising
present participle of soar
moving to great heights with little apparent effort; "a soaring eagle
the activity of flying a glider
ascending to a level markedly higher than the usual; "soaring prices"
{i} point

He uses a pencil with a fine point. - O güzel uçlu bir kurşun kalem kullanır.

The plane was on the point of taking off. - Uçak kalkış noktasındaydı.

end

Wash eggplants and cut their endings. - Patlıcanları yıkayın ve onların uçlarını kesin.

Tom and Mary sat at opposite ends of the couch. - Tom ve Mary koltuğun zıt uçlarında oturdular.

{i} tip

Tom closed the door quietly and tiptoed into the room. - Tom sessizce kapıyı kapattı ve parmak uçlarına basarak odaya girdi.

Tom tiptoed into the room. - Tom parmak uçlarına basarak odaya girdi.

edge

He stood on the edge of the cliff. - O, uçurumun kenarında durdu.

Tom pushed Mary off the edge of the cliff. - Tom Mary'yi uçurumun kenarından itti.

uçarak gelmek
fly in
uçarak geçmek
wing
uçarak üzerinden geçmek
fly over
uçarak üzerinden geçmek
fly past
extreme

The town is located in the extreme north of Japan. - Kasaba Japonya'nın en uç kuzeyindedir.

He fell from one extreme to the other. - O bir uçtan diğerine düştü.

bit

Our flying time tonight will be just under 6 hours, but I'll see if I can speed things up a bit. - Bu gece uçuş saatimiz 6 saatin altında olacak, ancak bazı şeyleri biraz hızlandırabilip hızlandıramayacağımızı göreceğiz.

coast

The plane rose sharply before leveling off as it left the coast. - Uçak sahilden ayrılırken düz uçuşa geçmeden önce hızla yükseldi.

{i} top
{s} peak
closing
{i} pole
lip
{f} fly

Bats usually fly in the dark. - Yarasalar genelde karanlıkta uçar.

Words fly away, the written remains. - Söz uçar, yazı kalır.

(Gıda,Teknik) nozzle
(Dilbilim) margin
(Biyokimya) ultimate

His Noodliness, the Flying Spaghetti Monster is the ultimate truth in the universe. - Onun Noodliness'i, Uçan Spagetti Canavarı evrende nihai gerçektir.

lead

Tom wanted a pencil with a softer lead. - Tom daha yumuşak uçlu bir kurşun kalem istedi.

(Otomotiv) pin

You could hear a pin drop. - Sinek uçsa duyabilirsin.

It was so quiet you could hear a pin drop. - O kadar sessizdi ki sinek uçsa duyabilirdın.

extremal
(Argo) hardcore
nose
terminus
tail end
(Denizbilim) boundry
pen-nib
(İnşaat) blade
(Askeri) point bar
summit
nib
{i} butt

She observed how butterflies fly. - O, kelebeklerin nasıl uçtuğunu gözledi?

A bat flying in the sky looks like a butterfly. - Bir yarasa gökyüzünde bir kelebek gibi uçuyor.

{f} flown

Have you ever flown in a blimp? - Hiç zeplinle uçtun mu?

This is the second time I've flown. - Bu ikinci kez uçuşum.

{f} flying

I saw a flock of birds flying aloft. - Havada uçan bir kuş sürüsü gördüm.

We are flying to Los Angeles tomorrow. - Yarın Los Angeles'a uçuyoruz.

spout
limit
flew

We flew from London to New York. - Londra'dan New York'a uçtuk.

This pigeon flew from San Francisco to New York. - Bu güvercin San Francisco'dan New York'a uçtu.

tipping
barb
kuş gibi uçarak
as the crow flies
terminal
end, extremity; tip
tip; point; extremity, end; pen-nib; reason
toe
tail

The tail at the rear of the plane provides stability. - Uçağın arkasındaki kuyruk denge sağlar.

The International Sun-Earth Explorer 3 (ISEE-3) spacecraft made the first ever direct cometary measurements on September 11, 1985 as it flew through the tail of Comet Giacobini-Zinner. - Uluslararası Sun-Earth Explorer 3 uzay gemisi kuyruklu yıldız Giacobini-Zinner'in kuyruğu boyunca uçarken 11 Eylül 1985'te ilk doğrudan kuyruklu yıldız ölçümleri yaptı.

the extreme

The town is located in the extreme north of Japan. - Kasaba Japonya'nın en uç kuzeyindedir.

point (of a sharply pointed instrument)
hist. march, borderland
extremity
apex
tab
cusp
ending

Wash eggplants and cut their endings. - Patlıcanları yıkayın ve onların uçlarını kesin.

endpiece
التركية - التركية

تعريف uçarak في التركية التركية القاموس.

cunda
gunçul
Genellikle uzun bir nesnenin incelerek biten son ve sivri noktası: "Bu resmin iki gözü bir makasın ucu ile oyulmuştu."- A. Gündüz
Bir yerin en kenarda kalan bölümü
Bir şeyin kenarı: "Kırk kişilik bir masanın bir ucunda, üç kişiyiz."- R. H. Karay
Sınır boyu
Sebep
Genellikle uzun bir nesnenin incelerek biten son ve sivri noktası
Bir şeyin kenarı
Uzun bir şeyin baş veya son noktası
Bir uzaklığın son noktası: "İstikbal bu yolun ucundan bir güneş gibi doğuyor."- F. R. Atay
Bir şeyin başı, tepesi
Bir uzaklığın son noktası
Türk devletlerinde genel olarak sınır boylarındaki eyalet ve sancaklara verilen ad
Bir şeyin başı, tepesi: "Ayaklarının ucuna basarak beşiğin yanına geldi."- H. E. Adıvar
Amaç, gaye
uçarak
المفضلات