kararsız

listen to the pronunciation of kararsız
التركية - الإنجليزية
irresolute
hesitant

Tom said that he was hesitant to do that. - Tom bunu yapmak için kararsız olduğunu söyledi.

Tom is hesitant to do that. - Tom bunu yapmak için kararsız.

unstable

Tom told me Mary was emotionally unstable. - Tom bana Mary'nin duygusal yönden kararsız olduğunu söyledi.

Layla was extremely unstable. - Leyla son derece kararsızdı.

indecisive

They're indecisive. They don't know what they want. - Onlar kararsız. Onlar ne istediklerini bilmiyorlar.

Tom and Mary are both indecisive. - Tom ve Mary her ikisi de kararsız.

ambivalent
undecided

Only seven Senators remained undecided. - Sadece yedi senatör kararsız kaldı.

I'm undecided at this point. - Bu noktada kararsızım.

erratic
not sure
flighty
restless
indecisive, hesitant; changeable; unstable, unsteady; undecided
fluxional
dubious
astatic
doubtful

Tom still looks doubtful. - Tom hala kararsız görünüyor.

double minded
hesitant, undecided
changeable, unstable
baffling
flukey
fluctuating
unsettled
changeable
faltering
changeful
inconstant
uncertain

Tom is uncertain what he should do. - Tom ne yapması gerektiği konusunda kararsız.

fickle
{s} variable
{s} vagabond
mutable
{s} hazy
uneven
undecisive
light
light-minded
excursive
unsteadily
in two mind
wayward
labile
instable
slaphappy
astable
light minded
fluky
on the fence
ambıvalent
lightminded
{s} unsteady
{s} undetermined
nambypamby
{s} inconsistent
rocky
faithless
{s} halting
vacillating
{s} uncommitted
{s} infirm
{s} precarious
{s} unresolved
shillyshally
weak kneed
{s} vague

He seemed vague about what he wanted to do. - O, yapmak istediği şey hakkında kararsız görünüyordu.

fluke
fluxion
infirm of purpose
karar
decision

Let's leave the decision to our teacher. - Kararı öğretmenimize bırakalım.

He explained later how he made this decision. - Bu kararı nasıl verdiğini daha sonra açıkladı.

karar
{i} judgment

It was a judgment call. - Kanaate dayalı bir karardı.

I made a judgment call. - Kanaate dayalı bir karar verdim.

kararsız olmak
dither
kararsız olmak
seesaw
kararsız davranmak
dicker
kararsız denge
unstable equilibrium
kararsız durum
unstable state
kararsız kalmak
seesaw between two opinions
kararsız kalmak
shilly shally
kararsız kimse
Don't Know
kararsız olan kimse
waverer
kararsız olmak
be vague about smth
kararsız olmak
be hazy about
kararsız olmak
fluctuate
kararsız olmak
doubt
kararsız olmak
vacillate
kararsız olmak
pendulate
kararsız olmak
be uncertain
kararsız olmak
to be undecided; to waver
kararsız seçmen
floating vote
karar
determination

Tom had a look of determination on his face. - Tom'un yüzünde bir kararlılık ifadesi vardı.

He was quite decided in his determination. - O, niyetinde oldukça kararlıydı.

karar
decision, resolution; judgement, sentence, finding, decree; stability, constancy; proper degree, reasonable degree; reasonable, decent
karar
{i} verdict

Tom showed no reaction to the verdict. - Tom karara hiçbir tepki göstermedi.

Has the jury reached a verdict? - Jüri bir karara vardı mı?

karar
vote

I'm not changing my vote. - Kararımı değiştirmiyorum.

Tom was unable to decide who he should vote for. - Tom kime oy vermesi gerektiğine karar veremedi.

karar
{i} conclusion

Tom and Bill arrived at the conclusion independently of each other. - Tom ve Bill birbirlerinden bağımsız olarak karara vardılar.

I don't agree with your conclusions. - Ben senin kararlarını onaylamıyorum.

karar
sentence

I've decided to write 20 sentences a day on Tatoeba. - Tatoeba'da günde 20 cümle yazmaya karar verdim.

I decided to write 20 sentences a day on Tatoeba. - Tatoeba'da günde 20 tane cümle yazmaya karar verdim.

karar
ordinance
karar
find
karar
(Kanun) claim
karar
injunction
karar
(Latin) decretum
karar
reasonable degree
karar
(Ticaret) declaration
karar
(Latin) sententia
karar
(Kanun) rule
karar
dijudication
karar
decent
karar
(Kanun) ministerial
karar
(Ticaret) agreement
karar
reasonable
karar
(Latin) judicatum
karar
constancy
karar
proper degree
karar
decision making
karar
fiat
karar
resolve

I resolved to break up with her cleanly. - Onunla ilişkimi tamamen bitirmeye kesin karar verdim.

He made a resolve to stop smoking. - O, sigara içmeyi bırakmak için karar verdi.

karar
darken

At the end of April, the water of the Yellow River had darkened. - Nisan ayının sonunda, Sarı Nehrin suyu karardı.

Suddenly, the clouds darkened the sky. - Aniden bulutlar gökyüzünü kararttı.

karar
settlement
karar
{f} darkening
karar
adjudication
karar
arbitrament
karar
become overcast
karar
{f} dim

Could you dim the lights a little? - Işıkları biraz karartır mısın?

They're dimming the lights. The play is about to begin. - Onlar ışıkları karartıyorlar. Oyun başlamak üzere.

huzursuz, kararsız, karmaşık
uneasy, uncertain, complex
karar
making decisions
karar
decided on
karar
made the decision
karar
decision to
karar
take decisions
karar
decide for
karar
in decision
karar
deciding on
karar
resolution

Were the sun to rise in the west, she would not change her resolution. - Güneş batıdan doğsada, o kararından vazgeçmez.

The resolution that a new road be built was passed. - Yeni bir yol inşa edilmesi kararı kabul edildi.

karar
decider
karar
decree
karar
judgement [Brit.]
karar
award
karar
estimate, approximation
karar
stability, predictability
karar
(Hukuk) award, decision, ruling, resolution, assessment, conclusion
karar
holding
karar
finding

We're finding it difficult deciding on which one to buy. - Hangisini alacağımıza karar vermeyi zor buluyoruz.

I'm finding it difficult deciding on which one to buy. - Hangisini alacağıma karar vermeyi zor buluyorum.

karar
proper degree, acceptable limit
karar
just right, neither too little nor too much
karar
classical Turkish mus. a return to the original mode
karar
doom
karar
darkened

At the end of April, the water of the Yellow River had darkened. - Nisan ayının sonunda, Sarı Nehrin suyu karardı.

The air was darkened by the smoke. - Hava duman tarafından karartıldı.

karar
perpetuity
karar
fixity
karar
judg(e)ment
karar
{i} judgement

The judgement was impeccable. - Mahkeme kararı hatasızdı.

I have absolute confidence in your judgement. - Senin kararına mutlak güvenim var.

karar
sense

It doesn't make much sense to me, but Tom has decided not to go to college. - Bana pek mantıklı gelmiyor fakat Tom koleje gitmemeye karar verdi.

Living the kind of life that I live is senseless and depressing. - Benimki gibi bir hayat yaşamak manasız ve iç karartıcı.

karar
overcast
التركية - التركية
Düzensiz, istikrarsız
Kararı olmayan, karar vermekte güçlük çeken, bir kararda durmayan; duruksun, mütereddit
Kararı olmayan, karar vermekte güçlük çeken, bir kararda durmayan, duruksun, mütereddit
(Osmanlı Dönemi) MUKALKAL
(Osmanlı Dönemi) MÜTEBEDDİL
mütebeddil
ikircik
azimsiz
mütereddit
(Osmanlı Dönemi) bîkarar
kararsız denge
Denge durumundaki cismin küçük bir yer değiştirmesiyle bozulan denge
KARAR
(Osmanlı Dönemi) Ne az ne çok olan tam ölçü. Ölçülülük
KARAR
(Osmanlı Dönemi) Oturaklı yer. Sâkin olacak yer
KARAR
(Osmanlı Dönemi) Sabit ve sakin olmak
KARAR
(Osmanlı Dönemi) Dolanmak
KARAR
(Osmanlı Dönemi) Mahkemece verilen son söz ve neticeye bağlama
KARAR
(Osmanlı Dönemi) Değişmez hâle gelmek
KARAR
(Osmanlı Dönemi) Anlaşılan ve sabit hâle gelen son karar sözü
KARAR
(Osmanlı Dönemi) Gitmeyip kalmak
KARAR
(Osmanlı Dönemi) Ayakları kısa ve çirkin yüzlü bir cins koyun
Karar
(Osmanlı Dönemi) KURR
Karar
hüküm
karar
Değişmez olma
karar
Bir iş veya sorun hakkında düşünülerek verilen kesin yargı
karar
Bu yargıyı bildiren belge
karar
Türk Müziğinde taksim yaparken ana makama dönüş
karar
Türk müziğinde, taksim yaparken ana makama dönüş
karar
Türk Müziğinde, taksim yaparken ana makama döznüş
karar
Tam ölçüsünde, ne az ne çok
karar
Değişmeyen, düzenli durum, düzenlilik, yöntemlilik
karar
Bir iş veya sorun hakkında düşünülerek verilen kesin yargı: "Kararımı biradere pek güçlükle kabul ettirdim."- R. N. Güntekin
karar
Herhangi bir durum için tartışılarak verilen kesin yargı
karar
Tartışılarak verilen kesin yargı
kararsız
المفضلات