davalılar

listen to the pronunciation of davalılar
التركية - الإنجليزية
(Kanun) respondents
Those who participate in research
plural of respondent
participants in a survey
The persons answering a particular question Note that the number of respondents to a certain question may or may not be equal to the total number of persons taking the survey
The employer and its insurance carrier, if it is insured, are the respondents in a case
dava
lawsuit

The lawsuit remains undecided. - Dava karar verilmeden kalır.

What is needed to win a lawsuit? - Bir davayı kazanmak için ne gereklidir?

davalı
{i} defendant

The defendant was about to stand trial when he grabbed the deputy's gun and shot the judge. - Davalı, milletvekilinin silahını kaptığında ve yargıcı vurduğunda yargılanmak üzereydi.

The defendant admitted her guilt. - Davalı suçunu itiraf etti.

dava
claim
dava
process
dava
{i} trial

The defendant was about to stand trial when he grabbed the deputy's gun and shot the judge. - Davalı, milletvekilinin silahını kaptığında ve yargıcı vurduğunda yargılanmak üzereydi.

Who is the plaintiff in this trial? - Bu duruşmada davacı kim?

dava
cause

Soon the movement was no longer growing. Many people became discouraged and left the cause. - Yakında hareket artmıyordu. Birçok kişinin cesareti kırıldı ve davadan ayrıldı.

He contributed nothing to the cause. - O, davaya hiçbir katkıda bulunmadı.

dava
prosecution
dava
plea

The defendant will please rise. - Davalı lütfen ayağa kalkın.

dava
instance
dava
litigate

There's nothing worse for children than litigated custody. - Çocuklar için velayet davasından daha kötü bir şey yoktur.

dava
(Kanun,Politika, Siyaset) proceedings
dava
(Kanun) lis
dava
(Kanun) clamor
dava
(Ticaret) courtcase
dava
(Ticaret) accusation
dava
(Ticaret) tare
dava
(Kanun) proceeding

At the meeting he monopolized the discussion and completely disrupted the proceeding. - Toplantıda o, tartışmayı tekeline aldı ve davayı tamamen bozdu.

dava
(Kanun) dispute
dava
suit

She filed a suit for divorce against him. - Ona karşı bir boşanma davası açtı.

Sami launched a suit against Layla. - Sami, Leyla'ya karşı dava açtı.

dava
pleading
dava
litigation

Other factors of importance, which make litigation of large corporations more difficult, are the size and complexity of their activities. - Büyük şirketleri dava etmeyi zorlaştıran diğer önemli etkenler de faaliyetlerinin boyutları ve karmaşıklığıdır.

dava
plaint

I am the plaintiff in that trial. - O duruşmada davacı benim.

The judge decided against the plaintiff. - Hakim davacı aleyhine karar verdi.

dava
case

I am really in the dark on this case. - Bu dava ile ilgili gerçekten bilgim yok.

A more experienced lawyer would have dealt with the case in a different way. - Daha deneyimli bir avukat, dava ile farklı bir şekilde ilgilenirdi.

davalı
libellee
davalı
litigatious
davalı
litigious
davalı
litiginous
dava
court cases
birlikte davalılar
(Kanun) co defendants
dava
law trial
dava
case; trial
dava
1.suit, lawsuit, action
dava
proposition, thesis
dava
question, matter
dava
cause, purpose or movement which is given militant support
dava
law

A more experienced lawyer would have dealt with the case in a different way. - Daha deneyimli bir avukat, dava ile farklı bir şekilde ilgilenirdi.

The lawsuit remains undecided. - Dava karar verilmeden kalır.

dava
claim, assertion, allegation, point at issue
dava
slang sweetheart, love. (aleyhine)
dava
action

The actions she took were too careless, and she was left defenseless. - Onun açtığı davalar çok ilgisiz ve o savunmasız bırakıldı.

dava
(Matematik) theorem
dava
(Hukuk) action, proceedings, case, prosection
dava
(Matematik) problem
dava
suit, lawsuit, action, process; trial; claim, assertion; thesis; problem, question, matter
davalı
defense
davalı
disputed, contested
davalı
respondent
davalı
defendant, respondent; contested, in dispute
davalı
defence [Brit.]
davalı
libelee
davalı
1.defendant; respondent
davalı
(something) that propounds a particular point of view, constructed with a particular end in mind
davalı
{i} defence
التركية - التركية

تعريف davalılar في التركية التركية القاموس.

dava
sav
DAVALI
(Hukuk) Davacı tarafından davanın kendisine yöneltildiği, kişi; müddealeyh
Dava
(Osmanlı Dönemi) DÂİYE
Dava
aranç
Davalı
müddeialeyh
Dâva
(Osmanlı Dönemi) NIHLE
dava
Sorun
dava
Sorun: "O kırkyıllık davada beyhude akıntıya kürek çekmişiz."- Y. K. Beyatlı. Ülkü: "Ankara'nın bırakılışını Türkiye'nin ve davanın bırakılışı sayanlar vardı."- T. Buğra
dava
Ülkü
dava
Hukuki korunmanın bir hüküm ile sağlanması için yargı organlarına başvurma. İleri sürülerek savunulan düşünce, çözümlenmesi gerekli olan konu, sav: "Erkekler davalarını hanımlar kadar hararetle müdafaa edememişlerdir."- H. C. Yalçın
dava
Sevgili
dava
İleri sürülerek savunulan düşünce, çözümlenmesi gerekli olan konu, sav
dava
çözümlenmesi gerekli olan konu
dava
Hukukî korunmanın bir hüküm ile sağlanması için yargı organlarına başvurma
davalı
Davası olan
davalı
Dava konusu olan (şey)
davalı
Davası olan (kimse)
davalı
Kendisinden bir şey dava edilen kimse, müddeialeyh
dâvâ
(Osmanlı Dönemi) tâkip edilen fikir, iddia
الإنجليزية - التركية

تعريف davalılar في الإنجليزية التركية القاموس.

dava
trial