bağlı

listen to the pronunciation of bağlı
التركية - الإنجليزية
connected

She is connected with that company. - O, o şirkete bağlıdır.

What did the experimental set-up look like? What was connected to what and how? - Deneysel kurulum neye benziyordu? Ne neye ve nasıl bağlıydı?

bound

We are bound to each other by a close friendship. - Biz yakın bir dostluk ile birbirimize bağlıyız.

They are bound together by common interests. - Onlar ortak çıkarları tarafından birbirine bağlıdır.

faithful
attached

Mary is very attached to the little girl. - Mary küçük kıza çok bağlı.

I'm really attached to my mother. - Anneme gerçekten bağlıyım.

dependent

The economy of the island is dependent on the fishing industry. - Adanın ekonomisi balıkçılık sektörüne bağlıdır.

He was no longer dependent on his parents. - O artık ebeveynlerine bağlı değil.

tied

I'm tied up right now. - Ben şu anda bağlıyım.

He demanded that the savage dog be kept tied up. - O, vahşi köpeğin bağlı tutulmasını istedi.

devoted

Tom and Mary are very devoted to each other. - Tom ve Mary birbirlerine çok bağlılar.

She is devoted to her three children. - O üç çocuğuna içten bağlıdır.

under

The royal jewels are kept under lock and key. - Kraliyet mücevherleri kilit ve anahtara bağlı tutulur.

cohesive
conditional
dependant
affiliated with, related to, connected with
tied, bound; dependent (on), contingent (on/upon); related (to), connected (with); faithful, devoted, loyal; impotent, spellbound
incidental
conjoint
(man) whom a magic spell has made sexually impotent
affiliated

That branch is affiliated to the miners' union. - Bu şube madenciler sendikasına bağlıdır.

Tom is not affiliated with Disneyland. - Tom, Disneyland'a bağlı değildir.

closed (road, door); blocked by or with
tied (to), bound (to); linked with, connected to, attached to
adhesive
amenable
banded
germane
committed to; devoted to; faithful to
consequent
dependent upon
appurtenant
bonded
adherent
hooked
laced
corded
adjective
copulate
associated with
conjugate
impotent
coupled
reliant
attendant
(Bilgisayar) linked

Now Tatoeba users have the opportunity to delete their own sentences, provided they are not linked to any translations. - Artık Tatoeba kullanıcılarının, herhangi bir çeviriye bağlı olmamaları şartıyla kendi cümlelerini silme olanağı var.

The accused was romantically linked with the judge. - Sanık hakim ile romantik biçimde bağlıydı.

spellbound
under the influence of
subordinate to
inferior to
(Ticaret) affiliate

That branch is affiliated to the miners' union. - Bu şube madenciler sendikasına bağlıdır.

The college is affiliated with the university. - Kolej üniversite ile bağlı.

engaged
subject
legato
subordinative
relative
appendant
loyal

Tom gained the respect and loyalty of his employees. - Tom çalışanlarının saygı ve bağlılığını kazandı.

I only demand your complete loyalty. - Ben sadece senin tam bağlılığını talep ediyorum.

due to

His success was mostly due to good luck. - Onun başarısı çoğunlukla iyi şansa bağlıydı.

appertaining
hand in hand
inseparable
fast

Remain in your seats with your seat belts fastened. - Emniyet kemerleriniz bağlı şekilde koltuklarınızda kalın.

adherente
fitted
affiliated to
(Tıp) ligamentous
obligate
{s} related

The identity is related to the place. - Kimlik yere bağlıdır.

incident

The two incidents are connected with each other. - İki olay birbirine bağlı.

{s} subordinate
feudatory
subject to

We are subject to the Constitution of Japan. - Biz Japonya anayasasına bağlıyız.

appertain
contingent
bağlı olmak
depend

It is often necessary to depend upon others. - Başkalarına bağlı olmak sık sık gereklidir.

bağ
connection

He has no connection with this affair. - Onun bu işle ile hiçbir bağlantısı yoktur.

He got the job by virtue of his father's connections. - O, babasının bağlantıları sayesinde işi aldı.

bağ
link

A chain is made up of many links. - Bir zincir birçok bağlantıdan oluşur.

The world's tropical rainforests are critical links in the ecological chain of life on the planet. - Dünyadaki tropikal yağmur ormanları, gezegende yaşamın ekolojik zincirine kritik bağlantılıdır.

bağ
{i} vineyard
bağ
bond

The two friends have formed a deep bond of friendship. - İki arkadaş derin bir arkadaşlık bağı oluşturdular.

You can't destroy the precious bond between mother and child. - Anne ve çocuk arasındaki değerli bağları yok edemezsiniz.

bağ
tie

We were tied to our decision because we signed the contract. - Sözleşme imzaladığımız için kararımıza bağlıydık.

I can't tie a very good knot. - Ben çok iyi bir fiyonk bağlayamam.

bağlı kalmak
abide by
bağlı şirket
affiliate
bağlı olan
associate
bağlı kalma (eve/yatağa)
confinement
bağlı üye
(Politika, Siyaset) affiliate member
bağlı bulunan millet, tabiiyet
connected to the nation, nationality
bağlı bulunma
are attached to
bağlı kalma
bound
bağlı kalmadan
undependently
bağlı aerostat radar sistemi
(Askeri) tethered aerostat radar system
bağlı altyordam
linked subroutine
bağlı cümle
compound sentence
bağlı kalmak
adhere
bağlı kalmak
to hold to
bağlı kalmak
to be committed to; to be devoted to; to be faithful to
bağlı kimse
subsidiary
bağlı nota işareti
bind
bağlı olan
consequential
bağlı olarak
according as
bağlı olma
dependence
bağlı olma
adhesion
bağlı olma
interconnection
bağlı olma
dependance
bağlı olmak
rest on
bağlı olmak
hang on
bağlı olmak
turn upon
bağlı olmak
interdepend
bağlı olmak
turn on
bağlı olmak
pivot
bağlı olmak
be linked
bağlı olmak
pay homage to
bağlı olmak
(Hukuk) bound (by) (to be), committed to
bağlı olmak
be based on
bağlı olmak
a) to depend on sb/sth b) to consist (in sth) c) to belong to, to be affiliated (with)
bağlı olmak
sit under
bağlı olmak
hinge on
bağlı olmak
relate
bağlı olmak
be attached to
bağlı olmak
cleave
bağlı olmak
interconnect
bağlı olmak
appertain
bağlı olmak
bound up with
bağlı olmak
hang
bağlı olmayan
unattached
bağlı yüksekokulları olan üniversite
collegiate
bağlı şirket
affiliated company
başı bağlı
1. fastened by the head; attached. 2. married
başı bağlı
married
bağ
{i} relationship
bağ
{i} daughter

Mary felt guilty about yelling at her daughter. - Mary onun kızına bağırmakla ilgili kendini suçlu hissetti.

Your daughter is a drug addict. - Kızınız bir uyuşturucu bağımlısı.

isteğe bağlı
optional

Even though it's optional, you should still do the homework. - Bu, isteğe bağlı olsa da hala ev ödevini yapman gerekiyor.

Wearing green is optional. - Yeşil giymek isteğe bağlıdır.

bağ
nexus
bağ
tie, cord; bandage; bunch, sheaf; relation, connection; bond; ligament; impediment, restraint
bağ
string

Mother tied up three pencils with a piece of string. - Anne, bir parça iple üç kurşun kalemi bağladı.

Tom wrapped the package and tied it with strings. - Tom paketi sardı ve iplerle bağladı.

bağ
{i} noose
bağ
as
bağ
{i} knot

I showed Tom how to tie some knots. - Bazı düğümleri nasıl bağlayacağımı Tom'a gösterdim.

Check all the loose knots and fasten them tight. - Tüm gevşek düğümleri kontrol edin ve onları sıkı bağlayın.

bağ
{i} cord

He connected the cord to the machine. - O, kordonu makineye bağladı.

A developing embryo connects to the placenta via the umbilical cord. - Gelişmekte olan bir embriyo, göbek kordonu yoluyla plasentaya bağlanır.

bağ
chain

A chain is made up of many links. - Bir zincir birçok bağlantıdan oluşur.

All living things are connected in one chain of being. - Tüm canlılar varlığın tek zincirine bağlıdırlar.

bağ
so
bağ
{i} lace

Tom tied his shoe laces. - Tom ayakkabı bağlarını bağladı.

Mary laced up her boots. - Mary çizmelerini bağladı.

bağlı olmak
wait
birbirine bağlı
cohesive
kitaba bağlı kalmış
bookish
bağ
contact

She wasn't able to contact him by phone. - O, telefonla onunla bağlantı kuramadı.

Even though we were supposed to meet at 10, I've had no contact with them. I wonder if they've had an accident. - Saat onda buluşmamız gerekiyorken, onlarla bağlantı kuramadım. Onların kaza geçirip geçirmediğini merak ediyorum.

bağ
(Bilgisayar,Teknik) connector
bağ
(Bilgisayar) hyperlink
bağ
(Biyoloji) isthmus
bağ
restraint
bağ
interconnect

Tatoeba is really multilingual. All the languages are interconnected. - Tatoeba gerçekten çok dilli. Bütün diller birbirine bağlıdır.

Everything is interconnected. - Her şey birbirine bağlıdır.

bağ
couple
bağ
(Askeri) ammunition clip
bağ
though

Even though we were supposed to meet at 10, I've had no contact with them. I wonder if they've had an accident. - Saat onda buluşmamız gerekiyorken, onlarla bağlantı kuramadım. Onların kaza geçirip geçirmediğini merak ediyorum.

Have you ever thought about donating your organs after you die? - Öldükten sonra hiç organlarınızı bağışlamayı düşündünüz mü?

bağ
(İnşaat) anchorage
bağlı kalmak
adhere to
bağlı kalmak
held to
bağlı kalmak
abide
bağlı olarak
subject to
bağlı olarak
depends on
bağlı olarak
depending on

People look at things differently depending on whether they are rich or poor. - İnsanlar zengin ya da fakir olmalarına bağlı olarak işlere farklı olarak bakarlar.

Depending on the species, guavas may be round or oval. - Türlere bağlı olarak, guavalar yuvarlak veya oval olabilir.

bağlı olarak
depending upon
bağlı olmak
adhere to
bağlı olmak
(Ticaret) to be bound
bağlı olmak
reside in
bağlı olmak
reside
bağlı olmak
adhere
bağlı olmak
contingent upon
bağlı olmak
belong to
bağlı olmak
depend upon

It is often necessary to depend upon others. - Başkalarına bağlı olmak sık sık gereklidir.

bağlı olmak
gear to
bağlı olmak
consist in
bağlı olmak
be subject to
bağlı olmak
subjected to
bağlı olmak
consist
bağlı olmak
subject to
bağlı olmak
be tied to
bağlı olmak
(Tıp) cleave into
birbirine bağlı
allied
birbirine bağlı
close-knit
birbirine bağlı
concomitant
birbirine bağlı
interconnecting
birbirine bağlı olarak
in tandem
birbirine bağlı olma
interdependence
birbirine bağlı olmayan
unconnected
hatta bağlı
(Askeri,Bilgisayar) on-line
hatta-bağlı
(Bilgisayar) on-line
isteme bağlı ödeme
(Ticaret) callable
istemli koşula bağlı
(Biyokimya) facultative
sana bağlı
it is up to you
sana bağlı
it's up to you
sana bağlı
up to you
sevgiyle bağlı
attached
bağ
like

Would you like to exchange links? - Bağlantıları değiştirmek ister misin?

You were shouting at her and I don't like that. - Sen ona bağırıyordun ve ben bundan hoşlanmıyorum.

bağ
ligature

Sami used a ligature to strangle Layla. - Sami, Leyla'yı boğmak için bir bağlama ipi kullandı.

bağ
ligament

I tore a ligament in my knee and had to have surgery. - Dizimde bir bağ yırttım ve ameliyat olmak zorundaydım.

He tore his ligament. - O, bağ dokusunu yırttı.

bağ
brace
bağ
fastener

Push buttons are a practical fastener for children's clothes. - İtmeli düğmeler, çocuk kıyafetleri için pratik bir bağlayıcıdır.

bağ
yoke
bağlı kalmak
keep to
bağlı kalmak
hold to
bağlı kalmak
stick to
bağlı olmak
rest
bağlı olmak
depend on
bağlı olmak
consist of
-e bağlı kalmak
remain loyal to
-e bağlı kalmak
stay loyal to
bağlı kalmak
to adhere
bağlı olarak
to depending
bağlı olarak
depending

I might be willing to help, depending on what you want me to do. - Benden ne yapmamı istediğinize bağlı olarak, yardımcı olmak için istekli olabilirim.

Depending on the case; sometimes it is so, sometimes not. - Duruma bağlı olarak; bazen öyledir, bazen değildir.

bağlı olmak
be depend
bağlı olmak
bound up
bağlı olmak
be affiliated with
bağlı olmak
to be due in
bne, bşe bağlı olmak (dativ)
bne, due to BSE (dativ)
hiçbir şarta bağlı kalmaksızın
without any conditions attached to
mevsime bağlı depresyon
(Psikoloji, Ruhbilim) Seasonal depression, seasonal affective disorder
ona bağlı
attached to it
protestan mezhebine bağlı kimse
anyone connected to the Protestant sects
sana bağlı
depends on you
sevgisine bağlı olmayan, vefasız
not due to love, unfaithful
tutkuyla bağlı
connected with passion, bond with passion
BM'ye bağlı uzmanlık kurumları
(Hukuk) UN specialised agencies
Savunma Bakanlığına Bağlı Okullar
(Askeri) Department of Defense Dependent Schools
amerika'ya ve anavatanına bağlı amerikalı
hyphenated american
التركية - التركية
Sadık
Halk inanışına göre, büyü etkisiyle cinsel güçten yoksun edilmiş (erkek)
Bir bağ ile tutturulmuş olan: "Günlerden beri bağlı duran demir, sert bir hırıltıyla denize daldı."- Halikarnas Balıkçısı
Bir kimseye, bir düşünceye, bir hatıraya saygı veya aşk gibi duygularla bağlanan, tutkun
Bir bağ ile tutturulmuş olan
Gerçekleşmesi bir şartı gerektiren, vabeste
Gerçekleşmesi bir şartı gerektiren, vabeste: "Ekinlerin gürleşmesi yağmura bağlıdır, Sevincimiz üzüntümüz / Hep sana bağlı."- B. Necatigil
Sınırlanmış, sınırlı
Kapatılmış olan, kapalı
Sadık: "Türkiye Cumhuriyeti Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir."- Anayasa
Bir kuruluşun yetkisi altında bulunan
(Hukuk) MÜTEVAKKIF
(Hukuk) VABESTE
(Hukuk) MERBUT
(Hukuk) MÜLZEM
bağlı kredi
Kredi açan ülkeden mal veya hizmet satın alınması şartı ile sağlanan kredi
bağlı olmak
Tâbi bulunmak
bağlı olmak
Tutulmak, tutkun olmak
bağlı su
Ağaçta hücre zarının emdiği ve taşıdığı su
başı bağlı
Başını örten (kimse)
başı bağlı
Serbest olmayan (kimse)
başı bağlı
Evli olan (kimse)
başı bağlı
Nişanlı olan (kimse)
BAĞ
(Osmanlı Dönemi) f. Büyük bahçe. Bostan
BAĞ
(Osmanlı Dönemi) Üzüm asması
BAĞ
(Osmanlı Dönemi) Üzüm asmaları bulunan yer
TESEDÜFE BAĞLI AKİTLER
(Hukuk) Taraflar arasında borç doğurması tesadüfe kalmış akitler;örneğin,sigorta akdinde olduğu gibi
bağ
Meyve bahçesi
bağ
Bir halat üzerine atılan sağlam, düzgün ve istendiğinde kolayca çözülebilen her türlü düğüm
bağ
Asmalık
bağ
İlgi, ilişki, rabıta
bağ
Sargı
bağ
Bağlam, deste, demet. İlgi, ilişki, rabıta: "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür."- Anayasa
bağ
Nota yazarken yan yana gelen aynı veya farklı değerdeki notaların birbirine bağlanarak çalınacağını belirtmek için yapılan yay biçimindeki işaret. Üzüm kütüklerinin dikili bulunduğu toprak parçası: "Üzümünü ye de bağını sorma."- Atasözü
bağ
Kemikleri birbirine bağlamaya, iç organları yerinde tutmaya yarayan lif demeti
bağ
Bir şeyi başka bir şeye veya birçok şeyi topluca birbirine tutturmak için kullanılan ip, sicim, şerit, tel gibi düğümlenebilir nesne
bağ
Bağlam, deste, demet
bağ
üzüm bahçesi
bağ
üzüm kütüklerinin dikili bulunduğu, üzüm yetiştirilen toprak parçası
bağ
Üzüm kütüklerinin dikili bulunduğu toprak parçası
gözü bağlı
Sorup soruşturmaksızın, bakıp anlamadan
gözü bağlı
Aymaz, gafil
bağlı
المفضلات