üstünden

listen to the pronunciation of üstünden
Türkçe - İngilizce
across
over

That went right over my head. - O, başımın hemen üstünden gitti.

The quick brown fox didn't jump over the lazy dog. - Hızlı kahverengi tilki tembel köpeğin üstünden atlamadı.

üst
top

He lives at the top of the hill. - O, tepenin üst kısmında yaşıyor.

Tom put his wallet on top of the dresser. - Tom cüzdanını şifoniyerin üstüne koydu.

üst
upper

He had not swum more than a few yards before one of the skulking ground sharks had him fast by the upper part of the thigh. - Saklanan zemin köpek balıklarından biri onu uyluğun üst kısmından hızla yakalamadan önce o birkaç yardadan daha fazla yüzmemişti.

He belongs to the upper class. - O, üst sınıfa aittir.

üstünden (... zaman) geçmek
(for an amount of time) to pass, elapse (after an event)
üstünden akmak
to be plainly evident
üstünden atmak
put off
üstünden atmak
work off
üstünden atmak
(at) spill
üstünden atmak
to throw sth/sb off, not to take over the duty, to get rid of
üstünden atmak
throw off
üstünden geçmek
overpass
üstünden geçmek
work over
üstünden geçmek
slang 1. to *screw, have sex with. 2. to rape
üstünden geçmek
run over
üstünden/üzerinden atmak
to refuse to accept responsibility for
üstünden/üzerinden dökülmek
(for a garment) to be far too big for, swallow (someone)
üst
{i} senior

She holds a senior position in the government. - O hükümette üst düzey bir konuma sahiptir.

English and mathematics are made much of in senior high schools. - İngilizce ve matematik üst düzey liselerde çok yapılır.

üst
superior

His paper is superior to mine. - Onun raporu benimkine göre üstündür.

The chief clerk is not a hardworking man, but gets ahead rapidly because he knows how to curry favor with his superiors. - Baş katip çalışkan bir adam değil fakat üstlerine nasıl yaltaklanacağını bildiği için çabuk ilerliyor.

üst
upper side, upper part, top; outside surface; clothing, dress; body; (para) remainder, change; superior; upper, uppermost
üst
surface
üst
covering
üst
at or about (a certain time): öğle üstü in the early afternoon/ at noon
üst
upstairs

We heard someone go upstairs. - Birinin üst kata gittiğini duyduk.

The bedrooms are upstairs. - Yatak odaları üst kattadır.

üst
high

Tom and Mary bought a high-efficiency top-loading washer. - Tom ve Mary yüksek verimli üstten yüklemeli bir çamaşır makinesi aldı.

There are few high-ranking positions left open for you. - Sizin için açık bırakılmış birkaç üst düzey pozisyon var.

üst
change

When I asked him for change, he gave it to me. - Ondan para üstünü istediğimde, onu bana verdi.

Tom told the taxi driver to keep the change. - Tom sürücüye para üstünün kalmasını söyledi.

üst
(Matematik) power

He believed in the supreme power of the law. - Hukukun üstün gücüne inanıyordu.

He swept to power in 1929. - 1929'da ezici bir üstünlükle iktidara geldi.

üst
upper part

He had not swum more than a few yards before one of the skulking ground sharks had him fast by the upper part of the thigh. - Saklanan zemin köpek balıklarından biri onu uyluğun üst kısmından hızla yakalamadan önce o birkaç yardadan daha fazla yüzmemişti.

The upper part of the mountain is covered with snow. - Dağın üst kısmı karla kaplıdır.

üst
chief

The chief clerk is not a hardworking man, but gets ahead rapidly because he knows how to curry favor with his superiors. - Baş katip çalışkan bir adam değil fakat üstlerine nasıl yaltaklanacağını bildiği için çabuk ilerliyor.

üst
(Ticaret) major

A major is above a captain. - Binbaşı yüzbaşının üstündedir.

üst
powers
üst
(İnşaat) topping
üst
(Bilgisayar) ceiling

Tom is lying on his back, staring at the ceiling. - Tom sırt üstü uzanıyor, tavana bakıyor.

üst
remainder
üst
clothing
üst
outside surface
üst
upper side
üst
(Matematik) exponential

The greatest shortcoming of the human race is our inability to understand the exponential function. - İnsan ırkının en büyük eksikliği üstel işlevi anlamak için bizim yetersizliğimizdir.

The exponential function has a horizontal asymptote. - Üstel fonksiyonun yatay asimptotu vardır.

üst
uppermost
üst
(Biyokimya) super

His paper is superior to mine. - Onun raporu benimkine göre üstündür.

This cloth is superior to that. - Bu kumaş ona göre daha üstün.

üst
above

Health is above wealth, for this does not give us so much happiness as that. - Sağlık zenginliğin üstündedir, zira zenginlik bize sağlık kadar çok mutluluk vermiyor.

We saw the sun rise above the horizon. - Biz ufkun üstünde güneşin doğuşunu gördük.

üst
body

The police undertook exhaustive searches but failed to find the body. - Polis ayrıntılı aramaları üstlendi ama cesedini bulamadı.

The guards performed a body cavity search. - Muhafızlar üst araması yaptı.

üst
dress

Tom put his wallet on top of the dresser. - Tom cüzdanını şifoniyerin üstüne koydu.

That dress looks good on you. - O elbise senin üstünde iyi gözüküyor.

üstünden geçmek
hump
üstünden geçmek
top
üstünden geçmek
traverse
üstünden geçmek
cross over
üstünden geçmek
get over
üst
ultra
üst
on top

A house is built on top of a solid foundation of cement. - Bir ev, çimentodan yapılmış sağlam bir temel üstüne inşa edilmiştir.

Tom put his wallet on top of the dresser. - Tom cüzdanını konsolun üstüne koydu.

altından girip üstünden çıkmak
to squander, to blow
altından girip üstünden çıkmak
to squander, spend (a fortune) recklessly
yükseltilmiş (kötü arazi üstünden) geçiş yolu sistemi
(Askeri) elevated causeway system
yükseltilmiş (kötü arazi üstünden) geçiş yolu sistemi (modüler)
(Askeri) (M) elevated causeway system (modular)
üst
upper surface, top: Kütüğün üstüne oturdu. She sat down on the log
üst
parent , powers , upper , exponent , top
üst
(a) superior, (a) boss
üst
clothes: Üstünü kirletme ha! Don't get your clothes dirty, you hear?
üst
space over or above: Üstümde ay parlıyordu. The moon was shining above me
üst
top, upper: en üst kat topmost floor. yokuşun üst yanında on the upper part of the slope
üst
remainder, rest (of an amount of money)
üst
highup
Türkçe - Türkçe

üstünden teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı

üst
Bir şeyin dış yüzü, yüzey: "Ağzında lokmayı birdenbire yutmaya kıyamıyor, dilinin üstünde gezdiriyordu."- Ö. Seyfettin
Üst
yan
Üst
(Hukuk) FEVK
üst
Bir şeyin görülen yanı, yüzü
üst
Bazı tamlamalarda zaman bildirir: "Hiç unutmam; 1934 yılı sonbaharının serince bir akşamüstü idi."- Y. K. Karaosmanoğlu
üst
Birkaç şeyden birbirine göre yukarıda olan
üst
Öte, arka
üst
Sınıflamalarda temel olarak alınan bir tipe göre ileri derecede olan
üst
Artan, geriye kalan bölüm: "Bir liranın üstü olarak uşağın getirdiği yetmiş beş kuruşu masanın üstünden kaldırmaz."- A. Ş. Hisar
üst
Bir şeyin dış yüzü, yüzey
üst
Bir şeyin yukarı, göğe doğru olan yanı, fevk: "Köyün üst tarafında, saman, taş ve yangın arasında, üstü sazlarla örtülmüş bir kulübenin önünde ateş yanıyor."- H. E. Adıvar
üst
Vücut, beden
üst
Bir şeyin yukarı, göğe doğru olan yanı, fevk
üst
İlgilenilen, üzerinde durulan konu
üst
Bazı deyimlerde sorumluluk, yükümlülük anlatır. İlgilenilen, üzerinde durulan konu
üst
Birine göre yüksek aşamada olan kimse
üst
Bir şeyin görülen yanı, yüzü: "Bu sefer taşın üstünden inip yere oturdu."- M. Ş. Esendal
üst
Bazı deyimlerde sorumluluk, yükümlülük anlatır
üst
Giyecek, giysi
üst
Artan, geriye kalan bölüm
üst
Birkaç şeyden birbirine göre yukarıda olan: "Kadınların beni böyle göz hapsine almaları yüzünden üst düğmelerimi gevşetemiyordum."- R. N. Güntekin. Öte, arka: "Ben onu Şehzade Camisi'nin üst yanında, sokak içi, eski ahşap bir evde tanıdım."- Y. Z. Ortaç
üst
Birine göre yüksek aşamada olan kimse, mafevk
üst
Bazı tamlamalarda zaman bildirir
üst
us
üstünden