öncü

listen to the pronunciation of öncü
Türkçe - İngilizce
precursor
pioneer

She was a pioneer in this field. - O, bu alanda bir öncüydü.

My ancestors were the pioneers of this land. - Benim atalarım bu memleketin öncüleriydi.

vanguard

The Communist Party is the vanguard of the working class. - Komünist Parti, işçi sınıfının öncüsüdür.

trailblazer
initiator
advance
advanced
pole star
avant-garde, of the avant-garde
leader
innovator; avant-gardist
spearhead
apostle
(Askeriye) advance, forward
avant garde
advance guard
fore
pilot
bannerbearer
van

The Communist Party is the vanguard of the working class. - Komünist Parti, işçi sınıfının öncüsüdür.

high priest
avant-gardist " avangard, müjdeci; pioneer, spearhead, precursor; vanguard
(Askeriye) (an) advance guard
scout
(Askeri) advanced guard
avant-garde
protagonist
precursory
the vanguard
trailblazing
ön
preliminary

A preliminary hearing is scheduled for October 20th. - Bir ön duruşma 20 Ekim'de planlanıyor.

ön
face

I have seen that face somewhere before. - O yüzü daha önce bir yerde gördüm.

Twice and thrice had I loved thee before I knew thy face or name. - Adını öğrenmeden ve yüzünü görmeden önceleri de sana âşıktım.

ön
{s} anterior
ön
front

There is a lake in front of my house. - Evimin önünde bir göl var.

The car is parked in front of the building. - Araba, binanın önüne park edildi.

öncü (yıldızı)
(Astronomi) procyon
öncü asker
spearhead
öncü birlik
scout
öncü kıta
vanguard
öncü olanlar
avant garde
öncü olmak
pioneer
öncü yatırımcılar
(Hukuk) pioneer investors
ön
forward

The old man leaned forward and asked his wife with a soft voice. - Yaşlı adam öne doğru eğildi ve karısına yumuşak bir sesle sordu.

Please bring the matter forward at the next meeting. - Lütfen gelecek toplantıda maddeyi öne sür.

ön
first

We'll go to Hong Kong first, and then we'll go to Singapore. - Önce Hong Kong'a gideceğiz ve sonra Singapura gideceğiz.

One will be judged by one's appearance first of all. - Bir insan her şeyden önce görünümü ile değerlendirilecektir.

ön
(Dilbilim) proto
ön
(Bilgisayar,Dilbilim) initial

Tom carved his initials on the large oak tree in front of the school. - Tom okulun önündeki büyük meşe ağacına adının baş harflerini kazıdı.

ön
primary

Where to go and what to see were my primary concerns. - Nereye gideceğim ve ne göreceğim benim öncelikli ilgilerim.

My primary concern is your safety. - Benim öncelikli ilgim sizin güvenliğinizdir.

ön
(Tıp) posterior
ön
pre-

What's your pre-tax income? - Senin vergi öncesi gelirin nedir?

He bought the pre-cut pork loin. - O önceden kesilmiş domuz filetosu aldı.

ön
foreground

The couch is in the foreground next to the table. - Kanepe masanın yanında ön tarafta.

ön
fore

Nobody can foresee what'll happen. - Kimse ne olacağını öngöremez.

Water, forests, and minerals are important natural resources. - Su, ormanlar ve mineraller önemli doğal kaynaklardır.

ön
ventral
ön
frontal
ön
pre

His opinion is free from prejudice. - Onun görüşü önyargısızdır.

We have to take steps to prevent air pollution. - Hava kirliliğini önlemek için tedbirler almalıyız.

ön
precursor
ön
the front

He sat in the front so as to be able to hear. - İşitebilmek için önde oturdu.

Tom was sitting in the front of the bus. - Tom otobüsün önünde oturuyordu.

ön
prelımınary
ön
at the front
ön
pro

The student has already solved all the problems. - Öğrenci tüm problemleri daha önce çözdü.

They know the importance of protecting the earth. - Dünyayı korumanın önemini biliyorlar.

müşterek hava indirmesi öncü kısmı
(Askeri) joint airborne advance party
Ön
(Diş Hekimliği) vestibule
ön
the time immediately before one, the immediate future
ön
presence

At the party, one of his political opponents humiliated him in the presence of many guests. - Partide,onun politik rakiplerinden biri onu birçok misafirin önünde küçük düşürdü.

It's the first time I scream in presence of the manager. I saw a big cockroach on the table! - Yöneticinin önünde ilk kez çığlık attım. Masada büyük bir hamamböceği görmüştüm!

ön
initiative
ön
front; front part (of)
ön
ante

The conquest of İstanbul antedates the discovery of America. - İstanbul'un fethi, Amerika'nın keşfinden önce gelir.

Tom connected the TV to the antenna that the previous owner of his house had mounted on the roof. - Tom TV'yi evin önceki sahibinin çatıya monte ettiği antene bağladı.

ön
front; foreground; face; breast, chest; the future; front, foremost, forward; fore; prior; preparatory, preliminary; anterior, frontal
ön
space in front (of)
ön
precursory
ön
front; foremost; preliminary
ön
windshield

You should keep your windshield clean. - Ön camı temiz tutmalısın.

Should I clean your windshield? - Ön camını temizlemem gerekiyor mu?

ön
windscreen
ön
advance

You may as well say it to him in advance. - Siz de ona önceden söyleyebilirsiniz.

She finished her work an hour in advance. - O, işini bir saat önce bitirdi.

Türkçe - Türkçe
Bir sanat veya düşünce akımını, çağına göre yeni bir görüşü başlatan kimse veya eser, müjdeci, avangart. Önder, kılavuz. Önden gelen, önde olan, artçı karşıtı
Yürüyüşte kolun ilerisinden giden kıta, pişdar, artçı karşıtı
Önde gidip haber ulaştıran kimse
Önder, kılavuz
Bir sanat veya düşünce akımını, çağına göre yeni bir görüşü başlatan kimse veya eser, müjdeci, avangart
avangart
müjdeci
bayrak
avangard
pişdar
öncü oyun
Geleneksel tiyatrodan ayrılan, kuruluş ve anlatım yönünden yenilikler getirmek isteyen oyun
öncü tiyatro
Herhangi bir akımda veya dönemde birtakım yenilikler getiren tiyatro
Ön
(Osmanlı Dönemi) KUDDAMÎ
ön
Bir kimsenin ilerisi: "Bir aralık önümüzden şarkı sesleri geldi."- S. F. Abasıyanık
ön
Bir şeyin esas tutulan yüzü, arka karşıtı: "Beş on kişi, köşkün önünde toplandık."- M. Ş. Esendal
ön
Bir kimsenin ilerisi
ön
Giyeceklerin genellikle göğsü örten bölümü: "Uçuk siyah renkli çarşaf pelerinin önü açık."- P. Safa
ön
Civar, yöre
ön
Bir şeyin esas tutulan yüzü, arka karşıtı
ön
Giyeceklerin genellikle göğsü örten bölümü
ön
Bir şeyin esas tutulan yüzünün baktığı yer, karşı: "Altmış yaşında anamın önünde sigara içmek istemezdim."- B. Felek
ön
Bazı kelimelerin başına getirilerek kelimenin anlamına "önce olan" veya "ilk kavramı" katar
ön
Benzerler arasında bakılan veya gidilen yönde olan: "Ben, Anafartalar'da Mustafa Kemal'in bulunduğu en ön siperlerde de kurşun attım."- A. Gündüz
ön
Yakın gelecek zaman
ön
Bir şeyin esas tutulan yüzünün baktığı yer, karşı
ön
Benzerler arasında bakılan veya gidilen yönde olan
ön
pişigah
öncü