dolu%C5%9Fmak

listen to the pronunciation of dolu%C5%9Fmak
Türkisch - Türkisch

Definition von dolu%C5%9Fmak im Türkisch Türkisch wörterbuch

dolu
Bir duygunun güçlü etkisinde olan
dolu
Tornacılıkta delik açılmamış (gereç)
dolu
Çok olan
dolu
İçi boş olmayan, dolmuş, meşbu, boş karşıtı
dolu
Boş vakit olmayan, meşgul
dolu
İçinde atılacak mermisi bulunan
dolu
Bir yerde sayıca çok
dolu
Boş vakti olmayan, meşgul. Çok olan (iş, uğraş, olay vb.). İçinde atılacak mermisi bulunan (top, tüfek vb.). İçki doldurulmuş bardak
dolu
İçki doldurulmuş bardak
dolu
Delik açılmamış, (gereç)
dolu
Havada su buğusunun birden yoğunlaşıp katılaşmasından oluşan, türlü irilikte, yuvarlak veya düzensiz biçimli saydam buz parçaları durumunda yere hızla düşen bir yağış türü: "Dolu ekinlerini vurmuşsa bir yıl aç demekti."- T. Buğra. İçi boş olmayan, dolmuş, meşbu, boş karşıtı
dolu
Boş yeri yok, her yeri tutulmuş
dolu
Boş yeri olmayan, her yeri tutulmuş olan: "Haftaya pazartesiye kadar bütün uçaklar dolu."- A. İlhan
dolu serpme
Zımpara üretiminde tanecikler arasında belirli boşluklar kalmayacak biçimde düzenlenen tane yapıştırma işlemi
bir dolu
Birçok
deli dolu
İlerisini gerisini düşünmeden davranan, rastgele konuşan, patavatsız (bir biçimde)
deli dolu
Çok hareketli, aktif, enerjik
hayat dolu
Yaşama isteği çok olan, neşeli, canlı
yüreği dolu
Kinli, hınçlı
Türkisch - Englisch

Definition von dolu%C5%9Fmak im Türkisch Englisch wörterbuch

hayat dolu
vivacious
su dolu
watery
dolu
hail

The hail harmed the crops. - Dolu ekinlere zarar verdi.

Have you ever seen it hail? - Hiç dolu yağdığını gördün mü?

dolu
crowded

The train was crowded with people. - Tren insanlarla doluydu.

The street was crowded with cars. - Cadde arabalarla doluydu.

dolu
occupied

All the apartments are occupied. - Tüm apartmanlar doludur.

dolu fırtınası
hailstorm

The hailstorm ruined crops. - Dolu fırtınası ürünleri mahvetti.

dolu olmak
bristle
dolu olmak
abound
dolu
(Avcılık) load
dolu
full of
dolu
(Konuşma Dili) beyond measure
dolu
fraught with
dolu
(Gıda) full bodied
dolu
crammed
dolu
charged
dolu
vibrant with
dolu
sleet
dolu
thick
dolu (bol)
abundant
dolu daire
(Bilgisayar) filled circle
dolu kutu
(Bilgisayar) filled box
dolu olan
abounding
dolu olmak
be alive with
dolu olmak
alive with
dolu çerçeve
(Bilgisayar) bevel
dolu
full

Don't talk with your mouth full. - Ağzın doluyken konuşma.

Don't speak with your mouth full. - Ağzın doluyken konuşma.

dolu yağmak
hail
dolu yağışı
full precipitation
dolu
engaged
dolu
capacity

The hall was filled to capacity. - Salon tam kapasite doluydu.

The bus was filled to capacity. - Otobüs tam kapasite doluydu.

dolu
alive with

The place was alive with creative young people. - Yer yaratıcı genç insanlarla hayat doluydu.

The pond was alive with various tiny fishes. - Gölet çeşitli küçük balıklarla doluydu.

dolu
thick with
dolu
filled

The park is filled with children. - Park çocuklarla doludur.

The balloon is filled with air. - Balon havayla doluydu.

dolu
instinct
dolu
abounding
dolu
shot
dolu
rife
dolu
replete

The annals of sports are replete with the names of great black athletes. - Spor yıllıkları, büyük siyah sporcuların isimleriyle doludur.

dolu
instinct with
dolu
loaded

That gun is probably not loaded. - O silah muhtemelen dolu değil.

Tom checked to see if his gun was loaded. - Tom silahının dolu olup olmadığını anlamak için kontrol etti.

dolu
laden
dolu
shot through
dolu
steeped in
dolu
fraught
dolu
abundant
dolu ağırlık
gross vehicle weight
dolu bant
(Bilgisayar,Teknik) filled band
dolu birim
(Dilbilim) plerem
dolu derz
(İnşaat) flat joint
dolu dolu
good
dolu duvar
(İnşaat) filled wall
dolu döküm
(İnşaat) casting solid
dolu elips
(Bilgisayar) filled ellipse
dolu film
(Sinema) exposed film
dolu gövde
(Muzik) solid body
dolu kabuk
(Kimya) closed shell
dolu kapı
plain door
dolu kovuk
filled cavity
dolu musunuz
Are you occupied
dolu olmak
spill over with
dolu olmak
be full
dolu olmak
be filled with
dolu olmak
crawl
dolu olmak
to teem with sth, to be alive with, to crawl with sth, to abound in/with sth
dolu oval
(Bilgisayar) filled oval
dolu savak
spillway
dolu savak
(Tarım) spilway
dolu sağanağı
hail shower
dolu tanesi
hailstone
dolu tanesi
stone
dolu tohum
(Tarım) filled seed
dolu yay
(Bilgisayar) filled arc
dolu yağmak
to hail
dolu yağıyor
it is hailing
dolu yolu
(Sinema) modulated track
dolu çizgi
full line
dolu şey
full
ağzına kadar dolu olmak
brim
deyimlerle dolu
idiomatic
aşk dolu
loving
gereksiz sözlerle dolu
verbose
hakaret dolu
sardonic
kuşku dolu
suspicious
su dolu
waterlogged
bellek dolu
(Bilgisayar) out of memory
bellek dolu
(Bilgisayar) memory full
deli dolu
alive and kicking
disk dolu
(Bilgisayar) disk is full
dizin dolu
(Bilgisayar) directory full
hasret dolu
wistful
hayat dolu
vibrant
hayat dolu olmak
be full of beans
hayat dolu olmak
full of beans
hayat dolu olmak
be full of life
hayat dolu olmak
full of life
huzur dolu
peaceful
kin dolu
venemous
minnet dolu
thankful
nefret dolu
wicked
nefret dolu
catty
nefret dolu
venomous
sevgi dolu
warmhearted
sevgi dolu
affectionate

He sent me an affectionate letter. - Bana sevgi dolu bir mektup gönderdi.

She is always very affectionate with her relatives. - O her zaman akrabalarına karşı çok sevgi doludur.

sevgi dolu
warm
sevgi dolu
fond

Tom has fond memories of Mary. - Tom'un Mary ile ilgili sevgi dolu anıları var.

sevgi dolu
loving

After his near-death experience, Tom was a much more loving and less judgemental person. - Ölüme yakın deneyiminden sonra Tom daha sevgi dolu ve daha ön yargısız bir insan olmuştu.

I have a loving family. - Sevgi dolu bir ailem var.

sevgi dolu
exorable
sevgi dolu bir halde
adoringly
sevgi dolu bir halde
warmly
stres dolu
stress-filled
tamamen dolu
fully loaded
özlem dolu
nostalgic
özlem dolu
wistful
hayat dolu
alive

The place was alive with creative young people. - Yer yaratıcı genç insanlarla hayat doluydu.

acı dolu
sardonically
arabayı deposu dolu mu iade etmeliyim
Should I return the car with a full tank
arzu dolu bakmak
ogle
arzu dolu bakış
ogle
ağaç kökleri ile dolu
stubby
ağzına kadar dolu
flush
ağzına kadar dolu
brimful
ağzına kadar dolu
chock a block
ağzına kadar dolu
full to overflowing
ağzına kadar dolu kadeh
bumper
ağzına kadar dolu olmak
to brim
ağız ağza dolu
completely full
ağız ağıza dolu
brimful, brimming
aşk dolu
amatory
aşk dolu
adoring
aşk dolu
amative
balık dolu
fishy
bereket simgesi sayılan meyve vb. dolu boynuz
cornucopia
beğeni dolu
admiring
bilinmezlerle dolu
secretive
binalarla dolu
built up
bir madde ile dolu yer
plenum
birim dolu
(Bilgisayar) volume full
bit yumurtası (sirke) dolu
nitty
blok yükleme dolu
(Bilgisayar) block load full
boş atıp dolu tutmak
to make a lucky shot, to draw a bow at a venture
boş atıp dolu tutmak
drawing a bow at venture
boş atıp dolu tutmak/vurmak
to make a lucky hit, guess the truth by chance
bu koltuk dolu mu
Is this seat occupied
cebi dolu
sitting pretty
cepi dolu
rich, loaded
daha fazla otla dolu
weedier
dedikoduyla dolu
newsy
dibi ağaç kökleri ile dolu
(nehir) snagged
dibi ağaç kökleri ile dolu
snaggy
disket sürücü dolu
(Bilgisayar) disk drive full
disket sürücüsü dolu
(Bilgisayar) disk drive full
duman veya kurum dolu
fuliginous
enerji dolu
full of vim
erik dolu
plummy
eğlence dolu
rollicking
eğreltiotuyla dolu
ferny
fazla dolu
overfull
fazla dolu olma
repletion
fındık dolu
nutty
gereksiz laflarla dolu olma
diffuseness
gereksiz sözlerle dolu
pleonastic
güve dolu
mothy
güçlüklerle dolu
spiny
haberlerle dolu
newsy
hakaret dolu
opprobrious
hakaret dolu
(Kanun) libellous
hasret dolu
wishful
hayat dolu
exuberant

Tom is exuberant, isn't he? - Tom hayat dolu, değil mi?

I was very exuberant. - Ben çok hayat doluydum.

hayat dolu
as fresh as daisy
hayat dolu
live

She is a lively girl. - O hayat dolu bir kız.

He is a lively young man. - O, hayat dolu bir genç adam.

hayat dolu
animated
hayat dolu
vivid
hayat dolu
sprightly
hayat dolu
fresh
hayat dolu
animate
hayat dolu
vital
hayat dolu
alive and kicking
hayat dolu
dewy
hayat dolu
quick
hayat dolu
corky
hayat dolu
genial
hayat dolu
lively

He is a lively young man. - O, hayat dolu bir genç adam.

She is a lively girl. - O hayat dolu bir kız.

hayat dolu
full of life

He was a strong boy, full of life, before he was stricken with the plague. - O, vebaya kapılmadan önce güçlü bir çocuktu, hayat doluydu.

He is full of life even though he is very old. - O, çok yaşlı olsa bile hayat dolu.

hayat dolu
lively, full of beans, full of life
hayat dolu olma
corkiness
hayat dolu olmak
to be full of beans, to be full of life
heyecan dolu
charged
heyecan dolu yarışma
(Televizyon) cliff-hanger
heyecan dolu yarışma
(Televizyon) cliffhanger
kamış dolu
reedy
kanla dolu
hematic
kanla dolu
haematic [Brit.]
keyif dolu
delighting
kin dolu
venomous
kin dolu
virulent
kin dolu bir biçimde
venomously
kin ve nefretle dolu olma
despitefulness
kuyruk dolu
(Bilgisayar) queue is full
mağaralarla dolu
cavernous
mutluluk dolu olma
blissfulness
nefret dolu
baleful
nefret dolu
hateful

You're really hateful! - Sen gerçekten nefret dolusun!

We should avoid writing sentences that are disrespectful, offensive or hateful. - Saygısız, saldırgan ve nefret dolu cümleler yazmaktan kaçınmamız gerekir.

nefret dolu bir şekilde
hatefully
nefret dolu olma
hatefulness
nefret dolu olmak
be full of hate
neşe dolu
blest
ortam dolu
(Bilgisayar) media full
pire yenikleriyle dolu
flea bitten
rüya dolu
dreamy
saygı dolu
worshipful
sevgi dolu
soft
sevgi dolu
adoring
sevgi dolu
full of love
sevgi dolu
warm-hearted
sevgi dolu bakışlar
adoring glances
sevgi dolu bir şekilde
dotingly
sevgi dolu olma
warmheartedness
sevgi dolu sözler
words of endearment
seyirciyle dolu tiyatro
bumper house
silme dolu olmak
to brim
dolu%C5%9Fmak
Favoriten