That couple gets soused nearly every night.
- O çift neredeyse her gece içer.
By the time she gets there, it will be nearly dark.
- O oraya varmadan önce, neredeyse hava kararacak.
The Sahara Desert is almost as large as Europe.
- Sahra Çölü, neredeyse Avrupa kadar büyük.
The founder of Facebook, Mark Zuckerberg, is almost a casanova.
- Facebook'un kurucusu Mark Zuckerberg neredeyse bir kazanova.
Even today, his theory remains practically irrefutable.
- Bugün bile onun teorisi neredeyse inkar edilemez olarak kalmaya devam etmektedir.
Religion is very personal. Practically everyone has really his own religion. Collectivity in religion is an artifice.
- Din çok bireyseldir. Neredeyse herkesin gerçekten kendi dini vardır. Dindeki bütünlük bir kurnazlıktır.
Tom has next to nothing in his wallet.
- Tom'un cüzdanında neredeyse bir şey yok.
She bought the book for next to nothing.
- Kitabı neredeyse bedava aldı.
The party was all but over when I arrived.
- Ben vardığımda parti neredeyse bitmişti.
The trial was all but done.
- Deneme neredeyse yapılmıştı.
Compared to our house, his is virtually a palace.
- Bizim evimizle karşılaştırıldığında, onunki neredeyse bir saray.
It's virtually impossible.
- Bu neredeyse imkansız.
My friends will be here at any moment.
- Arkadaşlarım neredeyse burada olacak.
We're just about finished here.
- Burada işimiz neredeyse bitmek üzere.
Tom can eat just about anything but peanuts.
- Tom fıstığın haricinde neredeyse her şeyi yiyebiliyor.
I can't understand why they're such good friends. They have hardly anything in common.
- Neden böyle iyi arkadaş olduklarını anlayamıyorum. Onların neredeyse hiç ortak yönleri yok.
It's almost too good to be true.
- Bu neredeyse doğru olamayacak kadar çok iyi
The problem is as good as settled.
- Sorun neredeyse çözüldü.
My work is as good as done.
- İşim neredeyse bitti.
He scarcely ever watches TV.
- O, neredeyse hiç tv izlemez.
I scarcely believed my eyes.
- Neredeyse gözlerime inanamıyordum.
We're just about finished here.
- Burada işimiz neredeyse bitmek üzere.
I'm just about finished with my homework.
- İşimi neredeyse bitirdim.
Tom has next to nothing in his wallet.
- Tom'un cüzdanında neredeyse bir şey yok.
She bought the book for next to nothing.
- Kitabı neredeyse bedava aldı.
It's almost half past eleven.
- Saat neredeyse yedi buçuktur.
I have been waiting for almost half an hour.
- Neredeyse yarım saattir bekliyorum.
This room is pretty much the way Tom left it.
- Bu oda neredeyse Tom'un onu bıraktığı şekilde.
I think I can speak French well enough to say pretty much anything I want to say.
- Sanırım söylemek istediğim bir şeyi neredeyse tamamen söylemek için yeterince iyi şekilde Fransızca konuşabilirim.
Mike eats out almost every night.
- Mike neredeyse her gece dışarda yer.
I've been up almost all night.
- Neredeyse bütün gece ayaktaydım.
I'm about ready to go.
- Neredeyse gitmeye hazırım.
Tom almost never complains about anything.
- Tom neredeyse herhangi bir şey hakkında şikâyet etmez.
Tom couldn't find Mary even though he said he looked just about everywhere.
- Tom neredeyse her yere baktığını söylese bile Mary'yi bulamadı.
I hardly even know you.
- Seni neredeyse hiç tanımıyorum.
I was nearly run over by a car.
- Neredeyse araba beni ezecekti.
I came near to being drowned.
- Neredeyse boğuluyordum.
I have hardly any money with me.
- Yanımda neredeyse hiç param yok.
Tom actually hardly ever studies.
- Tom aslında neredeyse hiç çalışmıyor.
There was scarcely any money left.
- Neredeyse hiç para kalmamıştı.
I can scarcely believe it.
- Ben ona neredeyse hiç inanamıyorum.
I have hardly any English books.
- Neredeyse hiç İngilizce kitabım yok.
I have hardly any money with me.
- Yanımda neredeyse hiç param yok.