I was nearly run over by a car.
- Neredeyse araba beni ezecekti.
He slipped and nearly fell.
- O kaydı ve neredeyse düşecekti.
The police have been searching for the stolen goods for almost a month.
- Polis, neredeyse bir aydır çalınan eşyaları arıyor.
The Sahara Desert is almost as large as Europe.
- Sahra Çölü, neredeyse Avrupa kadar büyük.
Practically every family has a TV.
- Neredeyse her ailede televizyon var.
Religion is very personal. Practically everyone has really his own religion. Collectivity in religion is an artifice.
- Din çok bireyseldir. Neredeyse herkesin gerçekten kendi dini vardır. Dindeki bütünlük bir kurnazlıktır.
He knows next to nothing about the issue.
- O konuda neredeyse hiçbir şey bilmiyor.
Tom has next to nothing in his wallet.
- Tom'un cüzdanında neredeyse bir şey yok.
The main streets of many small towns have been all but abandoned thanks, in large part, to behemoths like Wal-Mart.
- Birçok küçük kasabaların ana yolları büyük ölçüde Wal-Mart gibi büyük devlerin sayesinde neredeyse bırakılmaktadırlar.
The party was all but over when I arrived.
- Ben vardığımda parti neredeyse bitmişti.
Compared to our house, his is virtually a palace.
- Bizim evimizle karşılaştırıldığında, onunki neredeyse bir saray.
The scientific truth of evolution is so overwhelmingly established, that it is virtually impossible to refute.
- Evrimin bilimsel gerçeği o kadar büyük bir çoğunlukla kuruldu ki onu çürütmek neredeyse imkansızdır.
My friends will be here at any moment.
- Arkadaşlarım neredeyse burada olacak.
This business plan of yours seems almost too optimistic. All I can say is I hope it's more than just wishful thinking.
- Senin bu iş planı neredeyse çok iyimser görünüyor. Bütün söyleyebileceğim onun bir boş hayalden daha fazlası olduğunu ummamdır.
Tom can eat just about anything but peanuts.
- Tom fıstığın haricinde neredeyse her şeyi yiyebiliyor.
Almost everybody appreciates good food.
- Neredeyse herkes iyi yemeği takdir ediyor.
The problem is as good as settled.
- Sorun neredeyse çözüldü.
My work is as good as done.
- İşim neredeyse bitti.
The problem is as good as settled.
- Sorun neredeyse çözüldü.
He scarcely ever watches TV.
- O, neredeyse hiç tv izlemez.
I scarcely believed my eyes.
- Neredeyse gözlerime inanamıyordum.
We're just about finished here.
- Burada işimiz neredeyse bitmek üzere.
This room is just about big enough.
- Bu oda neredeyse yeterince büyük.
She bought the book for next to nothing.
- Kitabı neredeyse bedava aldı.
We had next to nothing in the kitchen.
- Mutfakta neredeyse hiçbir şeyimiz yoktu.
I have been waiting for almost half an hour.
- Neredeyse yarım saattir bekliyorum.
Tom was half beaten to death.
- Tom neredeyse ölümüne dövüldü.
I think I can speak French well enough to say pretty much anything I want to say.
- Sanırım söylemek istediğim bir şeyi neredeyse tamamen söylemek için yeterince iyi şekilde Fransızca konuşabilirim.
We pretty much gave up hope.
- Biz neredeyse umudumuzu kaybettik.
I was up almost all night.
- Neredeyse bütün gece ayaktaydım.
I could hardly get a wink of sleep last night.
- Dün gece neredeyse hiç uyuyamadım.
Tom almost never complains about anything.
- Tom neredeyse herhangi bir şey hakkında şikâyet etmez.
I'm about ready to go.
- Neredeyse gitmeye hazırım.
I barely even remember Tom.
- Neredeyse Tom'u hatırlamıyorum.
Tom is at home almost every evening.
- Tom neredeyse her akşam evdedir.
I came near to being drowned.
- Neredeyse boğuluyordum.
I was nearly run over by a car.
- Neredeyse araba beni ezecekti.
Tom hardly ever watches TV.
- Tom neredeyse hiç TV izlemez.
Tom actually hardly ever studies.
- Tom aslında neredeyse hiç çalışmıyor.
They have scarcely gone out since the baby was born.
- Bebek doğduğundan beri neredeyse hiç dışarı çıkmadım.
I can scarcely believe it.
- Ben ona neredeyse hiç inanamıyorum.
I have hardly any English books.
- Neredeyse hiç İngilizce kitabım yok.
I have hardly any money left.
- Neredeyse hiç param kalmadı.