Babaları yalnız sinemaya gitmelerine izin vermedi.
- Ihr Vater erlaubte es ihr nicht, allein ins Kino zu gehen.
Yalnız yaşamaya dayanamıyorum.
- Ich kann es nicht ertragen, alleine zu leben.
Ormanda yalnız başına yaşadı.
- He lived alone in the forest.
O yalnız yürümeyi sever.
- She likes walking alone.
Sen sadece kapının önünde durmak zorundasın. O kendi kendine açılacak.
- You have only to stand in front of the door. It will open by itself.
Sadece kapıyı kapamak için çekin. O kendi kendine kitlenecektir.
- Just pull the door shut. It'll lock by itself.
Çocukken odamda yalnız başına kitap okuyarak çok fazla zaman geçirdim.
- When I was a child, I spent many hours reading alone in my room.
Tom bu işi yalnız başına yapabilir.
- Tom can do this work alone.
Ben gidersem kimsesiz olacaksın.
- If I go, you'll be all alone.
Sadece yalnız kalmak istediklerini söylediler.
- They said they only wanted to be left alone.
Şu anda, Tom sadece yalnız bırakılmayı istiyor.
- Right now, Tom just wants to be left alone.
O tek başına yürümeyi sever.
- She likes to walk alone.
Hiroko orada tek başına oturdu.
- Hiroko sat there all alone.
She did it single-handedly.
- Sie hat es ganz alleine gemacht.
It took courage to sail across the Pacific single-handed.
- Es verlangte Mut, ganz alleine über den Pazifik zu segeln.
The light went out by itself.
- Das Licht ging von alleine aus.
The fire went out by itself.
- Das Feuer erlosch von alleine.